Makaleler

Toplumsal, siyasal ya da kültürel büyük dönüşümlere sebep olan, bireylerin, hareketlerin, fikirlerin ya da olayların tarihin gidişatına müdahale ederek, o gidişatı başka bir yöne çevirmesini nasıl sağlıyoruz?

İçinde bulunduğumuz zamanda gerek dünya gerekse ülkemiz daha otoriter yönetimlerin egemen olduğu bir dönemden geçiyor. Dünyadaki büyük çoğunluk bu otoriteden rahatsızmış gibi görünse de tarihçi ve filozoflara baktığımızda toplumların kendilerine benzeyen liderler çıkardığı düşüncesi hakimdir.

Carlyle, toplumların liderlerini adeta kendilerinden çıkararak değil, kendi ihtiyaçları doğrultusunda çağırarak var ettiklerini savunur. Ona göre bir toplumun içinde bulunduğu ruh hali, kültürel değerleri ve ihtiyaçları, belirli bir lider tipini öne çıkarır.

Le Bon, özellikle “kitleler kendi liderlerini yaratır” fikrini geliştirir. Kitlelerin duygusal, mantıksız ve çoğu zaman ilkel güdülerle hareket ettiğini savunur. Bir lider, bu duyguları okuyup onlara tercüman olabildiği ölçüde öne çıkar. "Lider, kitlelerin arzularını dile getirir; onları yönetmez, yansıtır.”

Bu da demektir ki, toplum nasıl bir bilinç halindeyse, o ruha uygun liderlik biçimi ortaya çıkar: Bazen kurtarıcı bir figür, bazen bir zorba.

Gramsci ise liderlik meselesini sınıfsal ve ideolojik düzlemde ele alır. Ona göre liderin yükselmesi yalnızca onun karizmasıyla değil, toplumun ona rıza göstermesiyle mümkündür. Bu rıza, kültürel hegemonya aracılığıyla inşa edilir.

Tüm bu görüşlerden anlaşılan şudur ki ; lider gerçekte toplumun aynasıdır. Beğenelim ya da beğenmeyelim bu liderler içimizden çıkıyor dünyanın ve bizlerin kaderini belirleyecek kararlar alarak geleceğimize yön veriyorlarsa gerçekte tarihin akışını belirleyenler halk kitleleri olarak bizler miyiz yoksa otoriter olmalarından yakındığımız bu liderler mi ?

Burada Atatürk'ün okunmasını tavsiye ettiği Beyaz Zambaklar Ülkesi isimli kitabın hemen ilk sayfalarında yer alan Caryle ve Tolstoy'un bir atışmasından bahsetmek istiyorum.

Kitabın bahsettiğim kısmında Carlyle ve Tolstoy’un tarih boyunca liderlerin ve halkın rolü üzerine düşüncelerini dile getirir.

Carlyle’a göre, tarih büyük adamların eseridir. Ona göre, milletlerin ve insanlığın kaderini, güçlü ruh, zeka ve yetenek sahibi bireyler yani kahramanlar belirler. Carlyle, halkı hareketsiz bir kitleye benzetir ve büyük adamları bu kitleyi harekete geçiren yıldırımlara benzetir. Bu benzetmede, halk saman çöpü gibidir ve büyük adamlar gökten düşen şimşeklerdir; şimşekler samanı tutuşturur ve kitleleri harekete geçirir.

Tolstoy ise, tarihin akışını belirleyen asıl gücün halkın kendisi olduğunu savunur. Ona göre, olayların şekillenmesinde bireylerden ziyade halk kitleleri etkilidir. Tolstoy, Carlyle’ın şimşek benzetmesini değerlendirerek, “Evet, kahraman, büyük adam şimşek gibidir ama halk kitleleri şimşeklerin oluştuğu buluttur. Eğer bulutlar elektrikle yüklüyse yıldırım oluşur. Eğer bulutta elektrik yoksa sadece nemli bir sis olur.” der.

Ayrıca, Tolstoy bir gemi metaforu kullanarak, “Denizde yol alan muazzam büyüklükte bir gemi hayal edin. Suları yararak ilerleyen geminin önünde büyük dalgalar belirir. Gemiyi ileriye götürenin bu dalgalar olduğunu söylemeye cüret edebilir misiniz? Geminin önündeki dalgaları oluşturan geminin kendisidir. Buradaki itici güç gemidir; dalgalar ise geminin gücünün ortaya çıkardığı bir sonuçtur.” şeklinde ifade eder.

Kanaatimce bu karşılıklı fikir teatisinde Tolstoy haklıdır. Topluma yön verebilecek tarihin akışını değiştirebilecek liderler elektrik yüklü bulutlardan çıkabilir. Burada yakın ülke tarihimizden akla şu soru gelecektir

Atatürk modernleşmeyi arzulayan halkın çıkardığı bir lider miydi?

Atatürk, pek çok açıdan halktan “ileride” bir figürdü. Ama o figürü mümkün kılan bir toplumsal zeminde Atatürk, halkın arzularını yansıtmaktan çok, onlara istikamet çizdi. Eğer toplumun en azından bir kısmında bu arzular kıpırdanmıyor olsaydı, tutunamazdı.

Atatürk, halkı dönüştürdü; çünkü halkta dönüşmeye hazır bir boşluk vardı.

Menderes halkın sesini duyurduğu için değil, halkın o dönemde bastırılmış duygularına tercüman olduğu için lider oldu.

“Yeter, söz milletindir” sadece bir slogan değil, bastırılmış bir arzunun ifadesiydi

Özal "Ben zengin olmak istiyorum” diyen bir toplumu, onu bir tür “vizyoner baba” olarak sahiplendi. Burada halk hem liderine benzedi hem de onun sunduğu modeli arzuladı.

“Köşe dönmek” deyimi bu dönemde popülerleşti.

Ülkemizde liderler bazen kitlelerin hayalini temsil etti bazen de mevcut halini

Tüm bu bilgiler ışığında asıl sorumuza dönersek tarihin akışını insanlık lehine değiştirebilecek olan insanlık tarihine kanlı harflerle yazılarak oluşturulmuş belli başlı değerleri içselleştirebilmiş kitlelerdir.

Bizlerin birey olarak ödevleri ise bu kanlı harflerle yazılmış değerleri önce kendimize sonra çocuklarımıza olacak şekilde nesilden nesile aktarabilmeyi sağlamaktır.